Uzun süredir takipte olduğum ve çalışmalarını ilgiyle takip ettiğim Müjgan Haşimoğlu üniversite eğitimini tamamlayan ama bununla yetinmeden yüksek lisans yapan, sonra yeni gelişen merakının peşine takılıp yeniden ve bu sefer çocukları baz alan bir alanda lisans eğitimini tamamlayan bir kadın. Buna ilave olarak nörobilim alanına merak saldığı için yakın zamanda bu alanda da ikinci bir yüksek lisans yapan Haşimoğlu işini önemseyerek ve sürekli öğrenerek devam ettirenlerden. “..kaliteli erken müdahale, gerçekten hayat kurtarıcıdır” diyor ve temelde aslında çocuklar için de erken müdahale, eğitimin önemi üzerinden hareket ediyor. Uzun yıllardır özel eğitim alanında hizmet veren ve bir süredir Almanya’da da çalışmalarına devam eden kurumun yöneticisi olan Haşimoğlu, aynı zamanda Nörobilim Kadınları Derneği’nin de kurucuları arasında yer alıyor. Alfa kuşağında daha sık görülen, nöroçeşitlilik ve nörogelişimsel farklılıklar konularında pozitif yanları dillendiren Haşimoğlu çocuklarla çalışmayı çok önemsiyor. “Bir toplumu geliştirmek istiyorsan önce kendini, sonra da o toplumda yetişen en küçük yapı parçasına dokunmak gerekir. Dezavantajları bir sorumluluk olarak ele almazsak hepimiz için bir sorun olmaktan öteye gidemez. Bu kadar değişken içerisinde bana bu alanda çalışmak çok iyi geliyor ve sevdiğim, aynı zamanda katkı sağladığım bir alanda olmak ve bunu en masumlarıyla yapmak büyük bir haz veriyor 🙂 ” diyen Haşimoğlu’nu daha fazla dinlemek isterseniz sizi söyleşimize alalım 🙂

Saadet: Müjgan hanım merhaba, hoş geldiniz oğlak sohbetlerine. Çok fazla şey var aklımda ama temelde sizdeki öğrenme merakı ve mesajlaşmamızdaki şu cümle “…beyin bambaşka bir şey” bu söyleşiye vesile oldu. Bir süredir takipteydim zaten ama bu kısmı özellikle itici güç oldu. Nedir sizdeki bu merak ve buraya gelene kadar nasıl bir eğitim sürecinden geçtiniz?
Müjgan: Aslında merak, insanın doğuştan getirdiği en temel yetilerden biri. Yeni şeyler öğrenmek ve bunları yaşamın içine entegre edebilmek, benim için hayatın kendisi. Çünkü insan beyni yalnızca kafatasının içinde yer alan bir organ değil; bilinç, zihin ve sosyal etkileşimlerle sürekli değişen, dönüşen canlı bir sistem.
Eğitim yolculuğum oldukça farklı duraklardan geçti. İlk lisans eğitimimi Uludağ Üniversitesi Kamu Yönetimi bölümünde tamamladım. Mezun olduğumda iyi bir marka-patent yöneticisi olmayı hayal ediyordum; kendi markamın peşinden koşacağımı henüz bilmiyordum. Derken aileme ait rehabilitasyon merkezinde buldum kendimi. O dönem hâlâ başka hayaller kurarken, Kocaeli Üniversitesi’nde İşletme yüksek lisansı yaptım. Bu süreçte fizibilite çalışmaları, eğitim işletmelerinde personel performansı ve etkili eğitim modelleri üzerine yoğunlaştım.
Zamanla özel eğitim, bazı yönleriyle içime sinmese de mesleki yolculuğumun merkezine yerleşti. Alanımı güçlendirmek adına Çocuk Gelişimi lisans eğitimi aldım; bu dört yıl boyunca pek çok akademisyenden eğitimler ve süpervizyonlar aldım. Ardından kendime en yakın hissettiğim yaklaşım olan Uygulamalı Davranış Analizi (ABA) ile tanıştım. Özellikle otizm alanındaki davranış örüntüleri, stereotipiler ve sözel tekrarlar beni derinden düşündürüyordu: Beyin neden bazı davranışları tekrar tekrar üretmek istiyordu?
Bu sorular beni nörobilimle buluşturdu. Üsküdar Üniversitesi’nde Nörobilim yüksek lisansımı tamamladım ve bu alanda çalışmaya karar verdim. Kendime yaptığım en değerli yatırımlardan biri olduğunu söyleyebilirim.
Saadet: Sense Özel Eğitim sizin eviniz. Orada, öğrendiğinizi uygulama şansı buluyorsunuz. Bir yandan da sürekli yeni bilginin peşinde gidiyorsunuz. Biraz bu merkezden ve çalışmalarınızdan bahseder misiniz?
Müjgan: Sense Özel Eğitim, 0–12 yaş arası özel gereksinimli çocuklar ve aileleri için yapılandırılmış bir destek alanı. Ancak benim için yalnızca bir eğitim kurumu değil; özenle büyüttüğüm, değer verdiğim bir alan. Amacımız, erken dönemde tanı almış ya da risk grubunda yer alan çocukların gelişimlerine profesyonel ve sistematik dokunuşlarla eşlik etmek.
Merkezimizde ABA başta olmak üzere bilimsel temelli öğretim stratejileri kullanıyoruz. Her çocuk için; direktör, koordinatör, terapist, psikolog ve aileden oluşan bütüncül bir ekip çalışması yürütülüyor. Süreçler düzenli toplantılarla değerlendiriliyor ve ihtiyaçlara göre yeniden yapılandırılıyor.
Hedefimiz; 0–3 yaş grubundaki çocukların gelişimsel olarak yaşıtlarını yakalayabilmesi, okul çağındaki çocukların ise kaynaştırma öğrencisi olarak eğitim hayatına devam edebilmesi. Bunun yanında duyu bütünleme, beslenme sorunları, sosyal iletişim, davranış problemleri, tuvalet eğitimi ve aile danışmanlığı gibi alanlarda da destek sunuyoruz.
Saadet: Yanılmıyorsam işinizin bir de Almanya ayağı var, yani bir şubeniz de yurtdışında. Bu fikir nasıl oluştu ve neden gerek duydunuz buna? Burayı da biraz açar mısınız lütfen?
Müjgan: Almanya’da Sense GmbH şirketi altında Sense Sonderkinder olarak Groß Gerau şehrinde hizmet veriyoruz. Bir eğitim ve danışmanlık merkezi. Orada Ados-2 testi gibi tanılama, bireysel gelişim planı hazırlama, çocuğun bireysel eğitim programını yürütme, okula giden çocukların gölge öğretmen atanması ile ilgili görüş bildirimleri yapıyoruz. Şimdilik sadece göçmen ailelerle çalışıyoruz fakat yakın zamanda Alman ailelere ve çocuklara da hizmet vermeye başlayacağız.
Bu fikir nereden geldi? Özel eğitim almak için Almanya’dan çokça ailemizin başvurusu oluyordu. Özel eğitim alabilmek için belir sürelerle Türkiye’de kalıyorlardı. Tabii eğitimde süreklilik çok önemli, özellikle özel gereksinimli bireyler söz konusu olduğunda. Oradaki şartlarımız olgunlaşınca, takip ettiğiniz protokolün evrensel olduğunu da göz önünde bulundurarak , Sense Almanya şubesini kurmuş olduk
Saadet: Yüksek lisans tezinizde nöroplastisite kavramı geçiyor ve bunu çocuklar için nasıl kullanabileceğinizi düşünüyorsunuz. Biraz tezinizden bahseder misiniz?
Müjgan: Yüksek lisans tezimin başlığı “Otizm Spektrum Bozukluğu Olan Çocuklarda Uygulamalı Davranış Analizi Müdahaleleri: Nöroplastisite Bağlamında Bir İnceleme”. Uygulamalı Davranış Analizi (UDA), insan davranışını anlamayı, değiştirmeyi ve geliştirmeyi hedefleyen bilimsel temelli, sistematik bir yaklaşımdır. Temel amacı; işlevsel davranışları artırmak, problem davranışları azaltmak ve bireyin toplumsal yaşama uyumunu desteklemektir.
UDA, davranışı yalnızca sonuçlarıyla değil; öncesindeki uyaranlar ve sonrasındaki pekiştirici sonuçlarla birlikte ele alır. Otizmli bireylerde UDA’nın etkililiği uzun yıllardır bilimsel çalışmalarla ortaya konmuştur. Özellikle erken yoğun davranışsal müdahaleler, bilişsel gelişim ve uyum becerileri üzerinde güçlü etkiler göstermektedir.
Nöroplastisite ise beynin deneyim ve öğrenmeye bağlı olarak yapısal ve işlevsel biçimde değişebilme kapasitesini ifade eder. Otizm spektrum bozukluğu olan çocuklarda bu süreç ya gecikmiş ya da atipik şekilde işler. Ancak erken dönemde yapılan yapılandırılmış müdahalelerle nöronal ağların yeniden düzenlenmesi mümkündür.
Bu çalışma, Sense Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezi’nde eğitim alan 0–6 yaş arası 42 OSB tanılı çocukla yürütüldü. AGTE Gelişim Envanteri kullanılarak yapılan ön test–son test karşılaştırmalarında; dil-bilişsel, motor, sosyal beceri ve öz bakım alanlarının tamamında istatistiksel olarak anlamlı gelişmeler elde edildi. Bulgular, yoğun ve hedefe yönelik davranışsal müdahalelerin yalnızca davranışsal değil, nöral düzeyde de kalıcı etkiler oluşturabileceğini göstermektedir.
Bir sonraki hedefim; EEG ve MR gibi görüntüleme yöntemleriyle bu değişimleri nörobiyolojik düzeyde de ortaya koyabilmek.
Saadet: Ailelerle yapılan söyleşilere yer vermişsiniz sayfanızda. Birkaçını okudum. Yine de sizde en fazla iz bırakan ve duygulandıran bir aile anınızı paylaşmanızı rica edeceğim.
Müjgan: O kadar çok hikâye var ki… Bir başvurumuzda, iki yaşındaki bir çocuk annesinin verdiği elmayı yerken nefes borusuna kaçırıyor ve yaşadığı oksijensizlik sonucu zihinsel, bedensel ve görme engelli hale geliyor. Bu olay, “Herkes her an bir engelli adayıdır” sözünün ne kadar gerçek olduğunu bana tekrar hatırlattı.
Bugün sağlıklıyız, bugün sağlıklı bir çocuğumuz var ama yarının ne getireceğini bilmiyoruz. Bu yüzden fırsat eşitliği ve toplumsal duyarlılık hayati önemde. Bir diğer çok zorlayan konu ise, bilinçsiz şekilde eğitim almış ve erken müdahale şansını kaçırmış çocuklar. Çünkü kaliteli bir erken müdahale, gerçekten hayat kurtarıcıdır.
Saadet: Aileler size moralleri bozulmuş, hayal kırıklığıyla ve belki de ne yapacağını bilemez şekilde geliyor diye düşünüyorum. Kolay bir şey değil, çocuğunda bir tanı almak. Sizin kurumunuzun sayfasında gördüğüm; aileleri de çalışmalarınıza dahil etmeniz. Nihayetinde aslında yine işin yükü onlarda ve siz destek alacakları, rehberlik alacakları da bir yersiniz. Biraz bu bağlamda nasıl bir yol izlediğinizi anlatır mısınız?
Müjgan: Tanı almış bir çocuğun hayatında aile en temel unsurdur. Eğitimci, çocuk ve aile arasındaki iş birliği güçlü olduğunda süreç hem daha nitelikli hem de sürdürülebilir hale gelir. Sense’de “Uygulamalı Aile Eğitimi Modeli” ve “Sense Ebeveyn Protokolü”nü uyguluyoruz. Aileler haftada bir gün seanslara katılıyor; önce gözlemci oluyor, ardından kademeli olarak seans uygulayabilecek donanıma ulaşıyorlar. Terapist, bu süreçte aileye mentörlük ediyor. Çünkü biz çocukla günde 40 dakika çalışıyoruz; günün geri kalanı aileyle devam ediyor. Sonuçları görülmeye değer nitelikte.
Saadet: Aileler çocuklarının tanı almasından endişe ediyor. Bazı durumlarda da işinin ehli olmayan kişi ve kurumlarca hayatları daha da zorlaşabiliyor. Dolayısıyla empati yapmamak mümkün değil, bu noktada güven ve çocuğun yararını üstte tutan kişi ve kurumlarla karşılaşmak, yol almak çok önemli. Gerçekten hem çocukla ilgili doğru tanı alma, hem de onun sosyal hayata dahil olması yolunda somut, gerçekçi adımlar atma çabası kıymetli. Siz bu konuda neler söylemek istersiniz?
Müjgan: Kesinlikle öyle. Daha önce söylediğim gibi en üzüntü duyduğum konulardan biri. Aileler tanı almayı bir ötekileştirme unsuru olarak görüyor. Haksız sayılmazlar. Okullarda da çoğu zaman mobbing gördükleri çok sık rastlanır bir durum. Toplumsal düzeyde keza benzeri sorunlar yaşıyorlar. Mesela sınıfta bir çok problemli davranış gösteren çocuk vardır ama onun kaynaştırma kararının olması onun okulda istenmemesi için daha güçlü bir sebep kılabiliyor. Fakat bu tedbirler alınmadığı zaman da okul yaşantısı ya da sosyal yaşantısında sürdürülebilir süreçler yaşanması çok güç hale geliyor. Toplumun her bireyi, yaşanan her problemde sorumluluk sahibi. Fakat politika yapıcılarının bu konuda çok ciddi tedbirler alması gerektiği su götürmez bir gerçek.
Saadet: Size her zaman tanı almış çocuklar ve aileler mi geliyor, yoksa size danışıp sizde yapılan testler sonucunda mı tanı alıyorlar?
Müjgan: Her ikisi de aslında. Tanı almış aileler eğitim almak için bizi tercih edebiliyorlar. Bunun yanı sıra çocuğunda aksi giden bir şeyler olduğunu düşünerek değerlendirme ve görüş almak isteyen ailelerimiz de oluyor. Bizlerin tanı koyma yetkisi yok. Bizler sadece çeşitli ölçeklerle hangi tanı riskinin olacağını, bireysel eğitim planlamaları ve eğitim sürecini yönetiyoruz. Tanı koyma yetkisi çocuk psikiyatristi- çocuk nörologlarında bulunmaktadır. Biz de değerlendirmelerimiz sonucu ilgili hekimlere yönlendirme yapıyoruz.
Saadet: Eğitmen kadronuzdan bahseder misiniz? Kimler çalışıyor sizde mesela, hangi alan mezunları?
Müjgan: Özel eğitim öğretmeni, okul öncesi öğretmeni, rehberlik ve psikolojik danışman, çocuk gelişimci, ergoterapist, dil ve konuşma terapisti, psikolog-klinik psikolog, gerektiğinde fizyoyetapist, odyolog gibi meslek grupları yer alıyor. Tabii hepsi lisans mezunu olmak şartıyla.
Saadet: Geliyorum Nörobilim Kadınları Derneği’ne. Öncelikle neden sadece kadınlar? Diğer sorum da, bu derneğin oluşumunu neden istediniz, siz de kurucuları arasındasınız.
Müjgan: Sanırım muadili olmayan bir dernek 🙂 Nörobilim ve kadını buluşturan başka bir STK’ya denk gelmedik. Bu derneğin pozitif ayrımcılık yaparak, bilim ile kadını buluşturmak, nörobilim alanında bilimsel çalışmalarda kadının etkin varlığını ve katılımını arttırmak, toplumsal rollerde doğuran ve nesilleri büyüten kadının kendini nörobilim perspektifinden daha iyi tanıması ve bu bağlamda iş, eğitim, sağlık, toplum, aile, annelik yaşantısında aktif ve bilinçli katılımını sağlamak, bu alanda yüksek eğitim gören kız öğrencilere destek vermek, bu alanda projeler üretmek gibi hedeflerimiz bulunuyor.
Saadet: Derneğin çalışmalarından da bahsetmenizi isteyeceğim. Kimler var bu dernekte ve neler yapıyorsunuz?
Müjgan: Kurucuları nörobilim alanında yüksek lisans yapmış, bazıları doktora sürecine devam eden 7 kadından oluşuyor. Hayatın her alanına yansıyan araştırmaları bulunan nörobilim, yeniden yapılanan dünyaya yön veren, zihnin keşfedilememiş alanları üzerine çalışarak tüm yaşantımızı etkileyen bir disiplin. Üstelik tüm disiplinlerden çalışma imkanına sahip bir alan. Tıp, mühendislik, eğitim vb. Sürdürmekte olduğumuz iki projemiz var: 1. Nörobilim temelli ebeveynlik 2. İş dünyasında Nörobilim temelli liderlik. Nörobilim temelli ebeveynliğin hem eğitim dünyasında yaygınlaşması (öğretmenler için hazırlanan eğitsel nörobilim çalışmaları da hazırlanıyor), hem de toplumda anne rolü bulunan kadının kendi beynini, sinir sitemini, annelik serüveninde yaşadığı değişimleri ve çocuğunu büyütürken bu perspektifte şekillendirdiği bir dizi eğitim içeriği sunuyor. Geliriyle bu alanda eğitim gören kız öğrencilere destek verilecek. Nöroliderlik ise kadını iş hayatında daha avantajlı kılacak çalışmalara erişimini kolaylaştıran bir proje. Bunun yanısıra üyelerimize çevrimiçi her aya bir eğitim içeriği sunuyoruz. Nörobilimin tanınması ve hayatımıza kattıklarının fark edilmesi için bir çok kongrede bildiri yayınlıyoruz.
Saadet: Çocuklarla ilgili çalışmaya nasıl karar verdiniz ve bu kararda rol oynayan şey neydi?
Müjgan: Bir toplumu geliştirmek istiyorsan önce kendini, sonra da o toplumda yetişen en küçük yapı parçasına dokunmak gerekir. Dezavantajları bir sorumluluk olarak ele almazsak hepimiz için bir sorun olmaktan öteye gidemez. Bu kadar değişken içerisinde bana bu alanda çalışmak çok iyi geliyor ve sevdiğim, aynı zamanda katkı sağladığım bir alanda olmak ve bunu en masumlarıyla yapmanın hazzını tarif edemem 🙂
Saadet: Size gelen ve eğitimlerinize katılan ailelerin en çok zorlandıkları konular nelerdir?
Müjgan: *Kabul ve kaygı (Benim çocuğum bu tanıyı alamaz?-Neden benim başıma geldi?- Şimdi ne yapacağım?)
*Okul yaşantısı (Çocuğum okula gidebilecek mi? Orada zorbalık yaşar mı?)
*Sosyal dışlanma ve diğerleri (Herkes bize bakıyor. Dışarı çıkmak istemiyorum. Toplu taşımalarda insanlar bize bakıyor.)
* Gelecek kaygısı(ben olmadığımda çocuğum ne olacak?)
Saadet: Özel eğitim çok gerekli ve kıymetli ama aynı zamanda aileleri de zorlayan bir şey. Gönlümden geçen bu eğitimin her ihtiyaç sahibi çocuğa ulaşabilmesi. Ama mevcut gerçeklikte bunun mali boyutu da var değil mi? Biraz bundan bahseder misiniz? Size gelemeyen aileler ne yapıyor mesela, devlet desteği var mı? Süreci bilmediğim ve bilmeyenleri de düşündüğüm için soruyorum bu kısmı?
Müjgan: Uzun, meşakkatli, maddi, manevi güce ve desteğe ihtiyaç duyulan bir süreç. Devlet destekleri var. Tanı almış bir özel gereksinimli birey Rehberlik ve Araştırma Merkezi tarafından verilen Destek Eğitim raporu ile rehabilitasyon merkezlerinden 8 seans bireysel eğitim ve 4 seans grup eğitimi alabilmektedir. Bundan daha fazla sayıda seans almak istediklerinde ödemeyi kendileri yapmak durumundalar. Kanada ve Amerika’da sağlık sigortaları eğitim ücretlerini, kurul kararı ile ihtiyacı olan seans sayısının ödemesini yapmakta. Fakat ülkemizde böyle bir sistem bulunmadığı için aileler zaman zaman alabilecekleri eğitimlerde ekonomik olarak güçlük çekmekte. Umarım ileri yıllarda bu alanda destekler artar.
Saadet: Pandemi sonrası çok sık olarak “uyaran eksikliği” ifadesini duydum çevremde. Bunu da hem pandemi koşullarında doğan ve evde kalan çocuklar, hem de ekranla uzun süre kalanlar için diye düşünüyoruz ama size sormak istedim bu konuyu. Nedir bu uyaran eksikliği ve neden daha sık duyar olduk, pandeminin bundaki etkisi nedir?
Müjgan: Yaşına uygun yeterli uyarana maruz kalmayan, çevresine karşı duyarsız ve yaşına uygun iletişim ve sosyal yeterliliğin gözlenemediği çocuklar diyebiliriz. Uyaran eksikliğini iyi takip etmek, eğitim ve sosyal hayat desteğini arttırmak çok önemli. Mutlaka bir uzmanla iletişime geçmek gerekir ki gelişimsel gerilik ve otizm spektrum bozukluğu gibi tanı kriterleri de ortak eksiklikleri ele alır. Dolayısıyla erkenden çocuğun gecikmiş olduğu alanlarda desteklemek hayat kurtarıcı olur. Aslında pandemi öncesi de bu kavramdan bahsediliyordu. Fakat pandemi döneminde çevre ve uyaran faktörleri daraldığı için ev yaşantısında kimse bir aksilik görmedi. Fakat tekrara sosyal hayata döndüğünde, bir parka gittiğinde farkı anladılar ve aileler daha erken destek almak için uzmanlara başvurmaya başladı. Bu konuda araştırma ve bilinç arttı. Dolayısıyla tanılama öncesi bu kavramı daha çok duyar olduk. DSM-V kriterlerinde Otizm spektrum bozukluğu olarak yer aldı. Çünkü gerçekten çok geniş bir yelpaze. Uyaran eksikliği olan çocuklar da gelişimsel gerilik ya da spektrum içerisinde yer alıyor demektir. Bu nedenle ailelerin çok daha dikkatli ve süreci iyi takip etmelerini öneririm.
Saadet: Sayfanızda ve paylaşımlarınızda ilgimi çeken bir diğer konu ise “erken tanı, erken eğitim” gibi kavramlar. Bu acaba olumsuz durumun pekişmesini engellemek ve çocuğa daha fazla sosyallik kazandırabilmek için mi? Hem aileleri, hem çocukları hayata daha fazla dahil etme niyeti mi? Nedir mesela erken eğitim, neden önemlidir?
Müjgan: İnsan beyni en hızlı 0-3 yaş arasında gelişir ve büyür. Dolayısıyla sinir sistemimiz de aynı hızla gelişir. Genel olarak okul öncesi ve erken çocukluk dönemine yapılan her yatırım bu yüzden çok kıymetlidir. Bu dönemde fark edilen gelişimsel farklılıkları bekletmeden müdahale etmek, çocuğun yanlış gelişen bağlantıları yerine doğru bağlantıları daha kısa sürede yer etmesini sağlama fırsatı verir. Yeni bir davranış kazandırmak, bir davranışı değiştirmekten çok daha kolaydır. Erken tanı ve erken müdahale; yerleşik yanlış öğrenmeler oluşmadan yeni ve doğru bağlantılar kazandırmak açısından uygun müdahaleleri sunmak adına oldukça önemlidir.
Saadet: Temple Grandin var devasa bir örnek. Pandemide onun olduğu bir webinara katılmış ve hayranlığımı katlamıştım. Ayrıca annesine de. Anne son derece bilinçli hareket ediyor. Elbette gönlümüzden geçen babaların da bu süreçte olması. Burada sizin gözlemleriniz nedir mesela aile içi rollerde? Bir diğer sorum da yoğunluklu olarak otizm konusunda mı ilerliyor, hizmet veriyorsunuz? Burayı biraz açmanızı isteyeceğim.
Müjgan: Tabi herkes Temple Grandin kadar şanslı büyümüyor maalesef… 18 yıldır çalışıyorum özel gereksinimli bireylerle ama başladığım yıllara göre bence oldukça yol aldık. Bundan 15 yıl önce ÖGV’li bir çocuk dünyaya getirdiği için anne suçlanır yaftalanırdı. Çocuğuyla dışarı çıkmaktan utanç duyardı, aileler mutluluğunu kaybetmiş ve birbirlerinden uzaklaşmış olurlardı… Bu anlamda aile bütünlüğü daha iyi olsa da annelerin üzerindeki sorumluluk oldukça büyük. Yine de Sense’yi baz aldığımda baba katılımı, büyük ebeveynlerin desteği %50 diyebilirim. Yıllar içerisinde güzel bir gelişme bence…
Saadet: Yukarıdaki soruya ilave olarak, Türkiye’de de güzel örnekler var ve mesela Buket Yanar’ın yoğun çabası ve emeği ile otizm tanılı oğlu Deniz Köse bu yıl üniversite ikinci sınıfta. Espina Hande Ayas var mesela hepimize konuşmasıyla ters köşe yaşatan. Yani diyeceğim o ki, kültürel ve toplumsal kısımda da algıları değiştirme zamanı galiba. Siz neler söylemek istersiniz bununla ilgili?
Müjgan: Alfa kuşağı ile birlikte nöroçeşitlilik oranı yükseldi. Nedir Nöroçeşitlilik? Herhangi bir nedenden dolayı beyinleri farklı gelişen veya çalışan kişilere verilen bir isim diyebiliriz. Nörotipik gelişen sayısı oldukça az sayıda. Çocuklar gökkuşağı gibi artık. Uyaranların değişmesi, sosyal yaşamdaki yaşantı farklılıkları, modern yaşantının getirdiği büyükşehir baskısı gibi sebepler beşeri yaşantının da değişmesine sebep olduğu gibi biyolojik ve nörolojik değişiklikleri de beraberinde getirdi. Bu durum bir dezavantaj gibi görülse de her nörogelişimsel farklılığın güçlü yanları da var. Bu özelliklerini doğru keşfederek çeşitli alanlarda doğru kullanıldığı takdirde çok üretken ve güçlü alanlar yaratılabilir. Sanırım yeni nesil çocuklar bu duruma daha kolay uyum sağlayacaklar. Ben çocuklarıma anlatırken hep avantajlı yönlerini anlatıyorum ve fark etmelerini sağlıyorum. İnanın bakış açıları değişiyor. Dayatmalar olmadan, olduğu gibi, keşfederek, olumsuzluklarından çok olumlu yanlarıyla ilgilenerek beyinlerindeki o güçlü alanları izlemelerini sağlamak belki de tahminimizden öte mucizeler getirecek.
Saadet: Nedir çocuklarla ilgili hayaliniz? Elinize sihirli bir değnek versek ve onu çocuklar için kullanın desek, ne yapmak isterdiniz?
Müjgan: Çocukların yeniden doğayla temas ettiği bir yaşam hayal ediyorum. Toprağa basarak, ağaca dokunarak, çamurda oynayarak, oyunun gerçek anlamını yaşayarak büyüyen çocuklar… Bugün ne yazık ki çocukluğunu kaybetmiş yetişkinler, çocukluğunu yaşayamayacak çocuklar büyütüyor.
Teknolojiye teslim olmuş, keşfetmeden büyüyen nesillerden mucizeler bekliyoruz. Oysa çocuk, baskıyla değil; merakla, deneyimle ve özgürlükle gelişir. Belki de asıl mucize, onlara yeniden çocuk olma alanı açabilmekte.















